Yaşamın Ucuna Yolculuk

Haber

VAROLUŞ GÖSTERGESİ OLARAK: MALZEME-BELLEK

Hüseyin Özinal’ın üçüncü kez kişisel sergisi için yazmaya koyulduğum bu metinde, varoluşsal bir gösterge silsilesinin kendiliğnden oluştuğunun farkına varıyorum. İlk metinde “Son resimlerinde, kömürleşmişlik hissi veren tortusal yüzeyler üzerinde -lekeler halinde beliren- yeşerme alanlarına rastlıyoruz. Resmin yüzeyine zaman zaman cephesel, zaman zamansa bir yamaçtan dökülme görüntüsü veren ‘görüntü halleri’ni yerleştirmesi bir başka alana kayma arayışında olduğu hissini uyandırır” diye bir saptamada bulunarak, o dönemki resimlerinin daha değişik bir plastik sürece evrileceklerinin öngörüsünde bulunmuştum. Şu bahsettiğim ‘görüntü halleri’ aslında fenomenolojik bir yaklaşıma gönderme yapmak için en uygun tanım olabilirdi diye düşünmüştüm; öyle de oldu. Çünkü Hüseyin Özinal’ın izini sürdüğü şey, yeryüzü kabuğunun lâv tabakalarına yakın olduğu yerlerde oluşan magmatik hareketlenmelerle plastiksel analojiler kurarak kendi resmine bir karakter edinmekti.

Bir önceki sergide izlediğimiz geniş yüzeyli resimlerde, hareketli tortu katmanlarından oluşan ve tektonik bir devinimi izleyiciye aktarma çabasında olan plastik bir deneyle karşılaşmıştık. Yüksek ısı, genleşme, yayılma ve soğuyarak tortulaşma süreçlerinin yaşandığı magma hareketlenmelerinin tüm renk skalalarının deneylendiği bir resimden söz etmiştim. Bu sergi yine aynı deneysel çabanın izini sürüyor. Tortu katmanlarının yüzeydeki dinamik yayılımlarından da anlaşılacağı üzre, Hüseyin Özinal’ın resmi, doğayı temsil eden değil, onu içselleştiren bir resim olarak bedene geliyor. ‘Bedene gelmek’ aslında en doğru sözcük; çünkü bu resimlerde yüzeyde temsil edilenin değil, yüzeyde oluşanın diline ulaşmak durumundayız. Yüzeyde oluşan ise (her ne kadar jeolojik öykünmeler plastiksel veri olarak resme kazandırılmış olsa da), saf bir bilinçaltı patlamasının plastiksel bir malzemede şekle gelmesiyle ilgili süreci yansıtır.

Hüseyin Özinal’ın yapıtlarını görüntüye yansıyan son halleriyle algılamak yanlış ve eksik olur. Yüzeydeki katmanların hangi akışkanlık ya da yoğrulma pratiğinden geçtikleri, ne tür bir fiziksel ve psikodinamik yoğunlukla emek harcandığı, kısacası yapıtın tüm oluşum süreçleri gözönünde bulundurulmalıdır. Tüm bu süreçler aslında doğanın kendi dinamiklerini de içinde barındırır. Doğa derken, tüm varlıkların tözü sayılan maddenin kendisine yönelmek durumunda olduğumuzun bilincindeyiz. Sanatta sözü edilen “madde” malzeme kavramında karşılığını bulur. Malzeme, düşüncenin materyalize olma sürecinde yapıtın bir asimilasyon aracına dönüşmesiyle sınırlı kalmıyor elbette. Bunun böyle olmadığını sanat tarihinde ilk kez dile getiren enformel sanatın öncülerinden olan Jean Fautrier (1898-1964) olmuştu. Resmin oluşumunu (bedene gelmesini) sağlayan materyal (renk, yüzeye katman olarak eklenen malzeme) sadece bir araç değil; yapıtın kendi gerçeğidir de. Bir temsiliyet aracı olarak kullanılan resim malzemesi artık resmin öz gerçekliği sayılacaktı. Ve eğer malzeme yapıtın kendi gerçeğiyle ilgili bir varoluşsal eğilimi içinde barındırıyorsa, bu aslında sanatçının kendi içsel nabzının yapıtta yankı bulmasıyla örtüşen bir duruma işaret eder.

Soyut dışavurumcu bir eğilimden enformel sanata meyil veren bir çalışma yordamı ve malzeme kullanımıyla karşılaşıyoruz Özinal’ın yeni resimlerinde. Renk ve malzeme (el yapımı kâğıt vb.) amalgam kıvamında bir yoğrulma dinamiğinin içine sürükleniyor. Bu yapıtlarda malzemenin dile evrilme anının “şimdi-burada” yaşananla ilgili bir bellek oluşturduğunu söyleyebiliriz. Malzemenin herhangi bir görsel temsiliyete olanak tanımadan şimdiki zamanı bir mevcudiyet deneyimi olarak yükümlenmesi, aynı zamanda bir gelecek zaman anksiyetesini de içinde barındırır. Böylelikle bellek saf bir şimdiki zaman deneyiminin sınırlarını da zorlamış oluyor. Bergson’un vurguladığı üzre: “malzeme belleğin kendisidir”; ancak bu bellek herhangi belirli – tanımı yapılmış bir mekan ve zamana yerleşme bilincini içinde barındırmıyor. Söz konusu bellek, varoluşu bir entite edinme arayışı olarak algılamaz; bunun yerine özerk bir ben şuurlanmasının deneyimi olarak algılar.

Hüseyin Özinal’ın bu son sergisinde eski ve yeni resim deneyimlerinin birlikte sunulduğunu görüyoruz. Tuvalin çıplak yüzeyinin hissedildiği lekesel saydam renk yayılmalarından tortusal yüzeylere ve malzeme resmine kadar uzanan bu soyut dışavurumsal ve enformel resim arayışlarının hangi sürece doğru yürüdüklerini daha ilerki sergilerinde göreceğiz.Ümit İnatçı